denizkızlığı bizde aile geleneğidir
Su altında yüzdüğüm videolarımı izleyenler arasında kuyruğumun nereden geldiğini soran çok oldu. Merak edenler için, annemin bana aktardığı kadarıyla anlatayım.
Denizkızı masalını çocukluğunuzdan hatırlayanlarınız vardır. İnsanlara yaklaşmaları babaları tarafından yasaklanmış olsa da, denizkızı kardeşlerin en küçüğü bir gün merakına yenilir ve insanları görmek için bir gemiye yaklaşır. Güvertedeki yakışıklı prensi görür görmez de aşık olur. O sırada çıkan fırtına gemiyi parçalarken denizkızı prensi kurtarıp bir kayalığa bırakır ve ona bir şarkı söyler.
Prensi görmemeye dayanamayan denizkızı bir büyücüye giderek bir çift bacak karşılığında sesini verir. Yeni bacakları sayesinde karaya çıkıp prensin yanına gitse de kuyruğu olmadan prens onu tanıyamaz. Sesi olmadığı için denizkızı da onu kurtaranın kendisi olduğunu söyleyemez. Prens başka bir kızla evlenme hazırlıkları yaparken denizkızı bunu üzüntüyle izlemektedir.
Sonunda kızın aşkının büyüklüğünü gören babası büyücüden kızının sesini geri alır. Denizkızı şarkısını tekrar söyleyince prens onu tanır ve birlikte sonsuza dek mutlu yaşarlar.
Ailemizdeki ilk denizkızı olan büyük büyük anneannemin hikayesi ise biraz farklı. Yıllar yıllar önce bir balıkçı köyünde doğan büyük büyük anneannem bebekliğinden itibaren denizi çok severmiş. Karadaki hayata pek ilgi duymaz bütün vaktini denizde balıklarla yengeçlerle geçirir, kayaların arasına sıkışan ahtapotları kurtarır sonra da onlardan dinlediği hikayeleri evdekilere anlatırmış.
Evdekiler “çocuktur” der, büyüyünce bunları bırakacağını düşünüp ahtapotlardan duydum dediği hikayelerin üzerinde fazla durmazlarmış.
Yıllar geçmiş, büyük büyük anneannem güzel bir genç kadın olmuş ama denize ilgisi azalmamış artmış. Ahtapotlarla, balıklarla muhabbeti de. Yemekmiş, temizlikmiş, bahçe işleriymiş… bunlar hiç ilgisini çekmiyormuş.
Onun diğer insanlara garip gelen bu hallerini çok seven bir delikanlı varmış. Büyük büyük anneannem de ona gönül vermiş, evlenmişler. Bir kızları olmuş. Ne yazık ki mutlulukları uzun sürmemiş, sevdiği adam hastalanıp ölmüş.
O zamanlar genç, hem de çocuklu bir kadının yalnız yaşaması kabul edilemezmiş. Ne kadar karşı koysa da ailenin uygun gördüğü yas süresi dolduğunda büyük büyük anneannemi bir balıkçı ile nişanlamışlar. Kalbi eski eşinin aşkı ile çarparken başka bir adamla evlenmesinin mümkün olmadığını anlayamamışlar. Üstelik bu adam onun çok sevdiği, oynadığı, konuştuğu canlıları avlayarak geçinen bir adamken.
Düğünden bir gece önce gözleri ağlamaktan şişmiş bir şekilde “Allahım canımı al da kurtar beni” diye dua etmiş. Duası karşılık bulmuş ve rüyasında bir ses ona çıplak bir şekilde denize girip, arkasına hiç bakmadan ve hiç durmadan yüzmesini söylemiş. Başka çaresi olmayan büyük büyük anneannem kızını son kez öpüp koklamış, gün aydınlanmadan deniz kenarına varmış. Elbiselerini çıkarıp denize girmiş ve yüzmeye başlamış. Karanlığın içinde en ufak bir korku duymadan kulaç atmış.
Güneş doğup ortalık aydınlanmaya başladığında ne zamandır yüzdüğünün ya da karadan ne kadar uzaklaştığının farkında değilmiş. Yanında bir yunus yüzdüğünü ve yunusla hiç ses çıkarmadan anlaşabildiklerini gördüğünde epey şaşırsa da asıl şoku bacaklarının yerinde pullarla kaplı bir kuyruk olduğunu fark ettiğinde yaşamış.
Mutluluk gözyaşları dinince suya dalmış çıkmış, taklalar atmış, balıklara sarılmış, deniz kaplumbağalarını öpmüş.
Günler birbirini kovalamış. Büyük büyük anneannem denizdeki hayatını çok sevse de kızını özlüyor, her gece rüyalarında ona sarılıyormuş. Hasret dayanılmaz olduğunda kıyıya yaklaşıp kimseye görünmeden, kumsalda oynayan ve gittikçe büyüyen kızını izliyormuş.
Ayın yusyuvarlak olduğu bir gece kıyıya yakın bir kayanın üzerinde oturmuş yakamozu izlerken, kızına bebekken söylediği ninniyi mırıldanmaya başlamış. Büyük anneannem uykusunda bu tanıdık ninniyi duyup annesinin sesini tanımış. Yatağından sessizce çıkıp, parmak uçlarında bahçeye çıkmış. kapıyı usulca çekip sahile doğru koşmuş.
Denize atlayıp kayalığa doğru yüzmüş. Onu gören büyük büyük anneannem hemen suya girmiş. Kızını kucaklamış, anne kız onca zamanın özlemiyle uzun uzun sarılmışlar. Mutluluk gözyaşları kızının omuzlarına damlamış, aşağı süzülüp bacaklarına ve oradan denize ulaşmış. Deniz kızlarının gözyaşlarının sihirli olduğu pek bilinmez ama öyledir. Mucize gerçekleşmiş ve büyük anneannemin de bacakları da çok güzel bir kuyruğa dönüşmüş. Anne kız el ele derinlere dalmışlar, su altında nefesleri tükenmeden uzun uzun yüzmüşler. Büyük büyük anneannem kızını tüm deniz canlılarıyla tanıştırmış, ona yaşadığı yerdeki kıpkırmızı mercanları göstermiş.
Gün aydınlanmaya başlayıp sahile yaklaştıklarında büyük anneannemin kuyruğunun yerini yine bacakları almış. Sarılıp vedalaşmışlar, biri karadaki biri denizdeki hayatına geri dönerken birbirlerine uzun uzun el sallamışlar.
O günden sonra ne zaman görüşmek isteseler aynı ninniyi söyleyerek birbirlerine seslenmişler ve kimseye görünmeden denizin derinliklerinde beraber uzun uzun yüzmüşler.
Yıllar böyle geçmiş. Büyük anneannem genç bir kadın olmuş, bir adamı sevmiş. Çok geçmeden anneanneme hamile kalmış. Hamileyken en çok merak ettiği şey sihrin kızını da etkileyip etkilemediğiymiş. Kızı doğup kırk günlük olduğunda bir gece herkesin yatmasını beklemiş, sonra onu kucaklayıp denize koşmuş. Anneannem suya girer girmez bacaklarını yerini minicik bir kuyruk almış ve hemen kuyruğunu savurarak yüzmeye başlamış. Böylece o gece büyük büyük anneannem minik torunuyla tanışmış.
Anneannemin tek kızı olan annem ve sonra da onun tek kızı olan ben de bu özelliklerle doğmuşuz. Ben bunu dört yaşımdayken, bir erkek denizatının doğum çığlıklarını duyup çektiği acıyı hissettiğimde fark ettim. Bu yüzden size “bu hikayeyi yaşlı bir deniz kaplumbağasından dinlemiştim” dediğimde bilin ki doğruyu söylüyorum.
Şimdi annem ve ben bir yandan karadaki hayatımıza devam ederken denizin derinliklerinde kaybolmak istediğimizde kuyruklarımıza kavuşuyoruz. Benim kuyruğum gördüğünüz gibi mavili yeşilli. Annemin pembeli morlu öyle güzel bir kuyruğu var ki asıl onu görmelisiniz.
Leave a Reply